“Yeterince gelişmiş bir teknoloji sihirden ayırt edilemez.”
Bilimkurgu edebiyatının önemli isimlerinden Arthur Clarke görünen köyün fenomenolojisine “Clarke Yasaları” olarak bilinen sınıflandırmasının 3.maddesinde öz bir biçimde işaret ediyor. Binbir Gece Masallarındaki uçan halıların, Alaaddin’in sihirli lambasının teknolojinin sınırları dahilinde sihirden ziyade mümkün olduğu muhakkak.
İnsanlık 21.yüzyılda birçok açıdan oldukça başarısız sınavlar verdi. Misalen, doğal kaynakları plansız ve acımasız bir biçimde sömürdük. Dünyanın kaldıramayacağı bir hızla çoğaldık. Radyasyon yönetimi ve beslenme konusundaki beceriksizliklerimiz yeni ve güçlü hastalıkların doğmasına sebep oldu. Öyle ki gelecek ile ilgili değerlendirilen senaryoların neredeyse hepsi kötü bir sonla kaderlendiriliyor. Yapılan projeksiyonlar; iklim değişikliğinin yaşamı tehlikeye sokacağını, küresel tehlikelerin insanlığın sonunu getireceğini öngörüyor. İnsanlık bu süreci günlük yamalarla örtmeyi tercih ederken, örülen yamalar da yırtılmaya devam ediyor. Tüm bu gelişmeler, süregelen hayatımızda sahip olduğumuz yaşam biçimini yeni bir sihirle losyonlamak ve insanlığı alternatif bir yaşam senaryosuna yönlendirme fikrini öne çıkarıyor. Bu formül, Harari’nin deyimi ile Homo Sapiens’i Homo Deus yapmalıyız diyenlerin buluştuğu, teknoloji tabanlı hümanist bir akım olan transhümanizm felsefesinde vücut buluyor. İntel’in kurucularından Gordon Moore teknolojinin geometrik bir şekilde artacağını öngörmüştü. Keza, biyolojik düzlemde insanlığın değişimine dair öne sürülen “Kesintili Denge” teorisi de insanlığın anlık ve hızlı bir değişim sürecinin eşiğinde olduğuna işaret etmekte. Sözün özü, “Human” kavramı hem sosyolojik hem de biyolojik zaviyede teknoloji temelli büyük bir dönüşümün kavşağında. Fakat; konu hakkında istişare ettikçe, 7’den 70’e çevremden, yaklaşan bu ciddi dalganın hissizleştirmekten iş gücü piyasasına, etikten sosyalliğe bilumum yaşam dairelerinde distopik senaryoların nesnesi olduğuna şahit oluyorum. Endişelerin, sürecin sağlam temellerde ilerlemesine olumlu katkıları olacağına inansam da doğru işletildiği takdirde, transhümanizm temelli geleceğin insanlığın sorunları çözebilmek adına önemli bir çıkış kapısı olduğuna inanıyorum. Bu minvalde, genel geçer distopik senaryolara eleştirel katkılar yapmak ve akabinde sürecin kaçınılmazlığını vurgulamak istiyorum.
Transhümanizm her türlü fiziksel, sosyal ve ekonomik bariyeri kaldırması ile özünde her bir insanın bireysel arzularına yönelik hayallerine kavuşmasını sağlayacak alt yapıya sahiptir. Transhümanizm eleştirilerinde, ilgili sürecin insanlığa sunduğu çeşitlilik çoğunlukla gözden kaçmaktadır. Yapılan modellemeler her türlü fiziksel bariyeri ortadan kaldırmayı hedeflediğinden, kendi karşıtlarına dahi istedikleri ütopik evren tasavvuruna kavuşma imkanını yaratmaktadır. Sözgelimi, insan teknoloji olgusunun var olmadığı ve hatta modern yaşama dair herhangi bir öğenin yer almadığı, tarlası ve kulübesi arasında sürüp giden bir köy hayatı yaşamak istiyor olabilir. Şu koşullarda veya geçmişte dahi istediği senaryonun en optimum versiyonuna ulaşması imkânsız iken, gelecekte bu hayata uygun evreni seçip/ tasarlayıp VR gözlüklerini takması yeterli olacaktır. Hatta daha da ileri giderek, olası köy senaryosunda yaşayabileceği kuraklık, açlık gibi problemleri yağmur miktar ve tarla verimliliği gibi değişkenleri manipüle ederek engelleme şansına da bir yandan erişmiş olacaktır. Daha da ötesinde uzak bir gelecekte yapay zekâ; nöronlarınızı, sevdiğiniz filmleri, kitapları, müzikleri ve benzeri diğer verileri analiz ederek içinde yaşamaktan huzur duyabileceğiniz en optimum senaryoyu bir VR evrenine dahi dökebilecektir. Kısacası ilerleyen zamanlarda bilgisayar teknolojileri insanlığa tüm seçenekleri eşit düzlemde sunabilme imkanına sahip olacaktır. Bir refleks ile insanlık, bu gelişmelerin hakikatten uzaklaştırıcı yönüne tepki koyabilir. Fakat film izleyerek, müzik dinleyerek, roman okuyarak yaptığımız da bir nevi hakikatten uzaklaşmak ve alternatif gerçeklikler ile temas etmek değil midir? Facebook postlarındaki, televizyon ekranlarındaki sahiciliği meçhul gerçekler içinde yaşarken yaptığımız eleştirilerde tutarsızlık taşımıyor muyuz? Benzer refleksleri daha 5–10 sene önce sosyal medyada vakit geçiren çocuklarına, kardeşlerine gösterenler; şu an bu akışta birer özne olmadılar mı?
Senaryoları pesimistik çerçeveye oturtan diğer bir sebep bu teknolojilerin güçlenip yanlış kararlar alacağı ön yargısı ile yapılmaktadır. Birçok senaryonun sonucu robotların insan ırkını yok etmesi dairesinde ilerlemektedir. Bilgi üretiminin ne olduğunu ortaya koymak bu senaryolara daha oturaklı yaklaşmamızı sağlayabilir. Doğru yargı, sahip olunan verilerin analizi ve önermelerin neden-sonuç zinciri ile örülmesi sonucu oluşur. Kısacası, bireysel olarak insan doğru bilgiye elindeki verileri matematiksel olarak işleyerek ulaşabilir. Yapay zekâ bu formda bir veri işleme sürecini insandan çok daha başarılı bir şekilde yürütecektir. İnsan tüm verilere erişim sağlayamaz ve hepsini hafızasında doğru bir şekilde tutamazken yapay zekâ birçok veriyi saf şekilde elde edebilecek ve hatta kültürel, fiziksel, duygusal çeşitli faktörlerin irrasyonel etkilerine maruz kalmadan bu verileri işleyebilecektir. O halde, insanlığın tecrübelere veya ilahi mesajlara dayanarak geliştirdiği “x eylemini yapmak yanlıştır!” yargısına yapay zekâ da bize benzer bir veri analiz sürecine tabi olarak ulaşacaktır zaten, dolayısıyla bizlerin korkutucu mahiyette değerlendirdiği senaryolar yapay zekalar adına da yapılmaması gereken kategoride değerlendirilecektir. Bu haliyle, transhümanizm hakikatten uzaklaşmaktan çok yaklaşmamıza bir araç dahi olabilir zira bilimsel, sosyal her türlü önermeye de verileri yorumlayarak ulaşıyoruz. Sözgelimi, yapay zekalar tüm yasalar sunulduğunda bir hâkim veyahut dini tüm metinler sunulduğunda bir fakih olabilecek. Keza dünyaya dair tüm veriler detaylı şekilde işlendiğinde; keşfedilmemiş bilimsel teorileri formüle dökülebilen Einstein’lar olabilecekler. İnsanlık yine bu senaryoyu şimdilerde endişe verici bularak doğal tepkiler geliştirebilir. Hastalığımızı internetten araştırıp teşhis ve tedavi koyarak, herhangi bir dini veya hukuki mevzuyu Google’a aratarak çözüme ulaştırarak aslında benzer bir sürecin ilkel formlarını yaşadığımızın farkında değil miyiz? Bizlere ve dünyaya dair daha fazla veriye sahip olan algoritmalar, epistemolojik ve etik yargılara ulaşmak konusunda da bizden daha başarılı olamazlar mı?
Transhümanizme dair diğer bir endişe kaynağı, bu sürecin sonunda insanların hislerini kaybedeceği, tecrübelerini öldüreceği ve duygusuz bir hayata hapsolacağı düzleminde gerçekleşiyor. Duyusal tecrübelerin beyinle ilişkisi bu minvalde gözden kaçırılan önemli bir husustur. Güncel bir örnekle, ebeveynler bilgisayar başında oyun oynayan çocuklarının his olmadan yaşadıkları sanısına kapılırlar, fakat o oyun sürecinde aslında çeşitli duygu durumlarını tecrübe ettiklerinden bihaberdirler. Nasıl rüya görürken, roman veya şiir okurken fiziksel herhangi bir tecrübeden uzak fakat her türlü duygu durumunun içinde yaşıyorsak; VR gözlüklerimizi taktığımızda da benzer süreçleri hissedeceğiz. Deneyimleri gerçek hayat tecrübeleri olarak yaşamasak da onları zihnimize “upload” ederek var edeceğiz ve bunun algı düzeyinde hiçbir farkı olmayacağı aşikâr.
Tecrübeler ve duygularla ilgili bu kaygıların aksine, bu sürecin insanlığa daha derin duygu durumları ve daha derin tecrübeler yaşatacağını iddia edebiliriz. Bilgisayar teknolojileri; bireyin hangi sesi, rengi, hava durumunu, besini sevdiğini tespit ve analiz ederek ona uygun en optimum şartları içeren metaverse evrenini oluşturabilecek imkanlara sahiptir. Keza bu evrende hoşumuza gitmeyenleri bizlerden uzak tutup, bizi tıpkı sosyal medya gruplarında olduğu üzere benzerlerimizle de bir araya getirebilecektir. Bu evrenlerde; normal hayatta tecrübe edemeyeceğimiz F1 arabasında hızlı bir sürüş, vefat etmiş annemizle sohbet etmek veya en sevdiğimiz yabancı grubun konserlerini VIP koltuktan izlemek tecrübelerini bizlere sunabilecektir. Bu koşullarda “marjinal maliyetleri” sıfırlayarak bir konser koltuğunu milyonlarca kişiye satabilecek, böylece normal evrene göre kendi gelir skalasının üzerinde olan tecrübeleri sanal düzlemde bireylere sunabilecektir. Ek olarak derin duygu durumları elde edebilmek adına, kanımızdaki çeşitli maddeleri, beynimizdeki kimyasalları, sinapslarımızdaki nörotransmitter maddeleri okuyarak mutluluk verenleri çeşitli koşullarda rahatlıkla arttırabilecektir. Bu senaryolar da insanlık tarafından yaşanmadan endişe verici algılanabilir fakat üzüldüğümüz vakitlerde çikolata yiyerek, deniz kenarına inip sahildeki dalgaları dinleyerek beynimizdeki kimyasalları manipüle etmekten daha farklı bir şey mi yapıyoruz? Spotify’ın bizi analiz ederek sunduğu müzik mix’lerini dinlerken, Youtube’un önerilenlere düşürdüğü videoları izlerken de bir nevi algoritmaların bizler için bulduğu optimum senaryoların içerisinde değil miyiz? Arkadaşımıza WhatsApp üzerinden gönderdiğimiz mesajı otomatik düzelten klavyemiz de en temelinde bilgisayar teknolojilerinin bizleri yönlendirmesinden farksız mı? Tecrübelerin doğallığı aşkın anlamlar taşıyorsa, rüyalarımızda hissettiklerimizi ve etkilerini nereye koyacağız? Ve her şeye ulaşmak gerçekten bu kadar korkunç olsaydı insanlık için cennet aslında cehennem olmaz mıydı? Yani sürece dini bir zaviyeden okuma yapmak gerekirse, yaratıcının insanlığa mükafat olarak her maddeye erişimin sonsuz ölçüde sağlandığı cennet ödülünü koyması aslında mutluluğa erişim kolaylığının insan tabiatının en doğal arzularından biri olduğunu gösteriyor.
İlgili hususa dair süregelen tartışma noktalarından bir tanesi, sürecin sosyolojik ve etik açıdan çeşitli gelişme ve tartışmaları doğuracağı düzleminde ilerlemektedir. Sosyoloji ve etik düzleminde yapılan olumsuz değerlendirmelerde süreci bir anda ve sıçramalı bir biçimde yaşamayacağımız gerçeği, gözden kaçan önemli bir noktadır . Toplumsal normların dönüşümü, hayata dair her umdede olduğu üzere yavaş yavaş ve kendi sebeplerini yaratarak gerçekleşir. Her nasıl ki güncel pozisyonumuza gelirken, farklılıklarımızı ve eskiye nazaran tenakuzlarımızı fark etmek konusunda kör biçimdeysek; geleceğe dair yapılan varsayımların da “şimdinin gözlüğünde” çelişkiler yaratması, olaylar zincirini yaşarken bizleri rahatsız edeceği anlamına gelmeyecektir. Zira gelecekteki pozisyonumuzda sahip olacağımız düşünce ve değer yargıları da ister istemez dönüşüme uğrayacak ve çağı ile senkronize olacaktır. O halde bulunduğumuz noktadan etik dairesinde yapılan projeksiyonlar anlamsızlık taşımaktadır ve anakronizmden başka bir şey değildir. Sözgelimi, bundan 50 yıl önceki aile içi roller, ilişki biçimlerindeki veya kadının pozisyonundaki etik ve sosyal kaidelerin nasıl dönüşüme uğradığı herkesin malumudur. Keza “Ezmanın tagayyürü ile ahkamın tagayyürü inkâr olunamaz.” diye ifade edilir Mecelle’de. Eğer Takiyüddin’in rasathanesini yıkan bombalardan bir tanesi olmak istemiyorsak bu bağlamdaki tespitlerimizde dikkatli olmamız gerekir.
Distopik senaryoların içinde öne çıkan bir diğer olumsuz perspektif ise iş gücü ve ekonomi piyasaları üzerinden yapılan değerlendirmelerde tartışılmaktadır. 1980’li yıllarda General Motors 840 binlik bir çalışan sayısı ile 14 milyar dolarlık bir getiri hacmine ulaşmışken teknolojinin nispeten büyük bir seviye atladığı 2010’lu yıllarda Google aynı rakamı sadece 30 bin çalışan ile yakalamayı başarabildi. Keza 50 bin kişilik iş kontenjanı açan McDonald’sa yaklaşık 1 milyon kişinin başvurması da bu distopik senaryonun bariz diğer bir indikatörü. İş gücü piyasası zamanla daralmaya devam ederken bilgisayar teknolojileri insan merkezli sektörleri yavaş yavaş işgal ediyor. Sanayi devrimi ile beraber mekanik iş gücü piyasasına adım atan makineler, yapay zekâ teknolojileri ile zihinsel iş gücü piyasasını da ele geçirmek üzereler. Bu dönüşümle, geçmiş zamanlarda yeni iş kolları yaratarak dönüşen ve teknik tabirle “yaratıcı yıkım” olarak adlandırılan model, yerini iş gücü piyasasını sadece yıkan bir “işsiz büyüme” modeline devretmektedir. Fakat bu sürecin sonuçları üzere, inanıyorum ki, çok da karamsar olmamız gerekmiyor. Kapitalist ekonomik düzene getirilen eleştirilerin temeli, ilgili düzenin insan zamanını para ile satın alması ve insana insanca yaşama olanağı sunmaması üzerinden ilerliyordu. Bilgisayar teknolojilerinin mesleki kolları geniş kapsamlı şekilde ele geçirmesi insanlığa potansiyel olarak 20.yüzyılın her iki ütopik gelecek tasavvurunu da gerçekleştirme olanağını sunabilme imkanına sahip: Tüm hizmet biçimlerinin insanlara ücretsiz bir şekilde sunulduğu komünist ütopya veya bireylere gerekli nakdi desteğin karşılıksız verildiği kapitalist ütopya. Farz-ı muhal; otobüslerin şoförü otonom, parçaları robotlar tarafından, enerjisi ise yenilenebilir bir formda temin edildiğinde; bir otobüs yolculuğunun ücret mukabelesi olması gerekmeyecek. Bilgisayar teknolojilerine yaptıkları işlerin karşılığı olarak herhangi bir bedel ödeme zorunluluğumuz olmayacak ve emek sömürüsü tartışmaları da bir taraftan nihayete ermiş olacak. Yenilenebilir enerji ve bilgisayar teknolojilerinin tam entegresi sonucu oluşan iş gücü dinamikleri, hizmetlerin insan emeği ve zamanının kaybolmasını engelleyecektir. Böylece insanlık; din, sanat ve felsefe gibi daha esansiyel ve entelektüel uğraşlara geniş zamanlar ayırabilecektir. Distopik bir perspektife oturtulan iş gücü ve robotlar ilişkisine ilişkin tespitler, bu bakımdan tam tersi bir şekilde insanlığa huzurlu bir geleceğin kapısını da aralıyor olabilir.
Son söz olarak vurgulanabilecek nokta ise sürecin kaçınılmaz bir şekilde yaklaşıyor olduğudur. 100 sene evvelinde teknolojinin bu denli bir devrim yaratacağı asla öngörülemezdi. Dünyayı kovalayan her türlü savaş, yıkım ve gerilimden teknoloji akıllıca sıyrılmayı başarabildi ve gelişmesini sürdürmeye devam etti. İnsanlığın teknoloji ile entegre geleceğine yönelik öne çıkan senaryolara tepki ile yaklaşan bizler; akıllı telefonlarımıza entegre akıllı saatler kullanıyoruz. Metaverse üzerinden gelecekte gerçekleşecek etkileşim ortamlarına tepki ile yaklaşırken; Zoom üzerinden eğitimler ve toplantılar düzenliyor, transhümanizmin tehditlerini paylaştığımız videolarımızı Youtube’un algoritmasına emanet ediyoruz. Yapay zekanın veri işleme sürecine güvenmeyen bizler hastalandığımızda ne yiyip ne içeceğimize Google üzerinden yaptığımız aramalar ile karar veriyor ve hatta hastalığımıza Google vasıtası ile teşhis koyuyoruz. Bir yandan “Siborg”lara korku ile yaklaşıyor, öte yandan dişimize dolgu yaptırıp sakatlanan bacağımıza protez takıyoruz. Bilgisayarım ile bu yazıyı yazmamdan telefonumla öğretmenim Ömer Hoca’ya yazıma dair danışmama kadar bütün bu süreçlerin, transhümanist dünyaya giden payandalar olduğunu söyleyebiliriz. Eğer ilgili süreçler bir hatalar yığını ise, biz teknolojiyi kullanmaya başladığımız ilk gün büyük günahı işledik. Aramızdan hiç kimse ilk taşı atacak kadar günahsız değil.
Dan Brown Başlangıç isimli romanında insanlığın tarihini inceleyen bir araştırmacıyı konu edinmişti. Araştırmacının simülasyonunda ise gelecekte bildiğimiz anlamda biyolojik bir tür olarak insanın yok olduğu ve teknoloji ile entegre olan başka bir yaşam formu olarak hayata devam ettiği bilgisine ulaşmıştı. Benim de keza öngörüm, insanlığın robotik ve organik temelli bir yola ayrımına gireceği ve işin sonunda teknoloji ile entegre olan “transhüman”ın sahip olduğu çeşitli avantajlar ile organik temelli insanlığı sindireceği ve dominant bir tür olarak evrende yaşayacağı yönünde. Ne kadar yakın olduğumuz ise benim için bir muamma.